Ana sayfa Edebiyat Umut Işığım

Umut Işığım

2995
0
PAYLAŞ

Gözlerimi açtığımda akrep ile yelkovan yer değiştirmiş, olması gereken yerde değillerdi.
Saat kaçtı? Ya da saat diye bir şey var mıydı?
Zihnim bulanık kalktım, kaldırdım çelimsiz vücudumu yataktan. Hava henüz aydınlanmamış, kuşlarsa çoktan zikre dalmıştı. Bir anda binlerce düşünce geçti içimden. Kuşlar bile bu saatte şikayetlenmeden uyanmış cıvıldamaya başlamıştı kendi dillerince, ben ne yapıyordum yıllardır? Her kalktığım sabah için bir kırışıklık daha ekliyordum yüzüme. Ayaklarım geri gide gide bir adım daha yaklaşıyordum tükenen ömrüme. Beynimde binlerce düşünce, ufak ufak hareketlerle banyoya yönelttim bedenimi.

İşte yine başlıyorduk.
Aynaya yansıyan limon gibi sapsarı yüzüm, en az patlıcan kadar koyu mor göz halkalarım ve hepsine inat hepsinden tezat bana acı ve derin bir öfkeyle bakan gök mavisi gözlerim. Sanki gözlerim yüzümün gölgesi altında, parlayan tek ışığımmış gibi isteksiz bir hamleyle indirdim kafamı görmekten usandığım çehremden.
Banyoda işim bitti simdi sırada ne vardı?
Hangi kahreden detaya boğulacaktı ruhum?
Sığ denizlere inat, derin bir düşünce silsilesiyle odama doğru titreyen adımlarla gidip oturdum. Sonra bir tıkırtı, yine yağmur başlamış, yine hava giymişti kara elbisesini.
Saatlerce oturacaktım, burada böylece şu bordo koltukta; karşımda tahtadan bozma raflı üniteye bakacaktım.

Çok geçmedi, pencereme bir kuş kondu birden, ardından bir rüzgâr uğultusu kapladı; gri duvarlı, çelimsiz bir duruşla bana bakan odayı.
Çok geçmedi gök gürültüsünden korkan minik bir kuş ıslak kanatlarını camdan içeri sokuşturdu, tedirgin gözleriyle yokladı dışarıdan daha kasvetli olan etrafı.
Göz göze geldik birden, gözlerimizde aynı yalnızlık; tenimizde aynı ıslaklık, ayaklarımızda aynı titreklik…
Dayanamadı, hışımla uçtu durduğu yerden ve sessizce davetsiz bir misafir olduğunu bilerek açık olan kafesin tam boyuna denk kapısından içeri girdi.
Titrek bacaklarımı, belki de çok zaman sonra isteyerek hızlıca kaldırdım yerinden ve usulca duvardaki kafesin önüne gittim.

-Tam yalnızlığımın ortasında, tam da bugün her şeye veda edecekken nereden çıktın ki karşıma sen?

Önce hayretle dikti kırmızılı mavili gözlerini sonra birden kırk yıllık tanış gibi kondu avuçlarımın içine. Önce nazlı bir gelin gibi yerleşti parmaklarımın kıvrımlarına sonra titreyen ayaklarını salıverdi birden.
Bir kuş sığınmıştı çelimsiz avuçlarımın arasına, bir kuş bugün sıcaklığımın harıyla hayata dönmüştü belki de yeniden. Ben kendimden vazgeçmişken, bir kuş benden vazgeçmemiş umut kesmemişti.

Gözüm kopan takvim yaprağına ilişti, evet evet bugün tam da bugündü.
Gidişinizin ardından yıllar geçmiş, o kafes boş; gönlüm viran, gezip durmuştum şu dört duvar arasında.
Anlamıştım daha vakti vardı kavuşmamızın, anladım ki siz bana seslenmiştiniz de yıllardır ben sizin acınızın feryadından duyamamıştım.

Kuşu yavaşça kafese bıraktım, perdeleri açtım, güneş açmıştı.
Yıllar dolusu bir nefes çektim içime, sonra usulca gülümsedim orada öylece uyuyan size baktım.

Kulağına yavaşça fısıldadım:

-Sana biraz bulgur getireyim uyanınca yersin, yıllar sonra gelen umut ışığım.