Köşe başlarında sessizce duran evler bilirim
ve o evlerin içinde öylece duran,
kırık dökük, naif yürekler.
İnsanı yiyen, kemiren, günden güne eriten acılar bilirim
ve o acıların içinde, insanı delip geçen;
ağrılı geceler, sancılı uykular -uykusuzluklar- kederli tebessümler.
Evlerin içinde barınan nefesler, nefeslerin içinde soluklanan acılar,
acıların içinde uğultulu ve prangaya bağlı duygular bilirim
ve o insanların içinde, insanlığa dair ufak kırıntılar bulmak adına harcanan yüz yıla değen derin ömürler,
yalnızlığa boğulmuş etten duvarlar ve o duvarların içinde kandan sevgiler.
Çatıların büzüşmüş yaşlı kiremitlerinden sarkan, tam düşecekken
gönül pencerelerinden tutunan umutlar bilirim
ve o umutların eteklerine yapışan, can çekişen sevgiler; sevgilerin içinde,
göçmen kuşların ayaklarına takılıp sürüklenen hasretler.
O kadar çok şey bilirim ki, hatta o kadar çok ki aslında ‘hiç’ bilmem.